Filiz Hatipoğlu’nun “Kültürel İmgelerin Mirası” başlıklı sergisinde Selçuk, Bizans ve Osmanlı sanatından yansımaları, başta minyatür sanatı olmak üzere Selçuklu çinilerinin muhteşem izlerini; Kariye’nin etkileyici tasvirlerini; Mimar Sinan’ın muhteşem kubbeleri ile sanatçının zaman bükülmesi yorumuna eşlik eden renkli izdüşümlerini ve Nuh’un Gemisi’nin ilgi çekici kaptanını görebilirsiniz. “Ütopya’ya Yolculuk” adını taşıyan bu eser için Hatipoğlu’nun düşüncesine katılmamak mümkün değil: “Salgınlar, depremler, şiddet derken artık bu dünyanın kurtarılması düşüncesi aldı beni. O şekilde, gerçeğinde olduğu gibi hayvanlar ile birlikte çocukların bu dünyadan kurtarılması ancak bir zamanlar meşhur denizlerin kaşifi Kaptan Cousteu ile olur dedim.” Filiz Hatipoğlu ile “Kültürel İmgelerin Mirası” başlıklı sergisi hakkında konuştuk.
Şebnem Atılgan: Filiz Hanım merhaba. Pera Palace Hotel’de “Kültürel İmgelerin Mirası” başlıklı serginizde, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatından eserleri sizin yorumunuzla izliyoruz. Ülkemizin çok değerli kültürel mirası, bir sanatçının bakış açısı ya da açılarıyla yeniden dile geliyor. Diğer bir deyişle, bu mirasın siz de oluşturduğu ‘imgeler’ diyebilir miyiz? Ne dersiniz?

Filiz Hatipoğlu: Pera Palace Hotel’de Gama Gallery işbirliğiyle açılmış olan 11. kişisel sergimde, bu sefer Anadolu’da kurulmuş olan uygarlıkların sanatından bir sentez oluşturdum. Bu uygarlıklar sizin de belirttiğiniz gibi Bizans – Selçuklu – Osmanlı Dönemi’dir. Farklı kültürlerin sanat eserlerini, sembollerini, desenlerini ve tarihi yapılarını ele alırken, zaman paradoksu izleniminde bir sentez yapmak istedim. Benim bu tarihi ve kültürel mirası yorumlamamdan ziyade, var olan değerleri görsel bir tarih niteliğinde bir araya getirmem, imgelemem oldu aslında. Bana göre, geçmiş ve gelecek gerçekte hep şimdidir. Yüzyıllar önce yapılmış sanat değerlerini ele alırken, o zamanın sanatçılarının duygularıyla resmettim ama anlık duygularım dâhilinde. İzleyici de yine aynı anlık duygularla bakacaktır. İşte tam da bu durumda zaman paradoksu ortaya çıkıyor. Bu zaman kavramını dönemlerin geçişinde de dokusal olarak vermek istedim.
Eserleriniz arasında Varka ve Gülşah mesnevisinin minyatürleri oldukça ilgi çekici… Kısa bir tarihsel bilgi verirsek eğer, Varka ve Gülşah mesnevisinin 13. yüzyılda Anadolu’da yapıldığı düşünülüyor. Aslında 7. yüzyılda yaşamış bir Arap şairinin, Urva b. Hizam’ın hikayesine dayanan bu eser, 11. yüzyılda Ayyuki tarafından Farsça yazılıp Gazneli Sultan Mahmud’a takdim edilmiştir. Hikaye, bir türlü kavuşamayan Varka ve Gülşah’ın duygusal maceralarını anlatır. Siz de bu mesneviden birkaç sahneyi tablolarınıza taşıdınız. Varka ve Gülşah’ın hikayesinin sizde de bir hikayesi olmalı diye düşünüyorum. Neydi bu hikaye ki bu özel minyatürleri mesnevinin sayfalarından bulup, çıkartıp tekrar bizlere hatırlattınız?

Evet, siz gayet güzel açıklamışsınız İlk İslami minyatür olan ve Topkapı Sarayı’nda sergilenen 71 minyatürden oluşan Varka ve Gülşah mesnevisi. Tabii ki minyatürler yaşanmış ve gerçek sahneleri yansıtan bir resimli bilgi kitabıdır, ama buradaki aşk hikayesinin doğruluğu efsanevi bir şiirden de olabilir, halk edebiyatında da önemli yerleri olan Aslı ile Kerem misali destan da olabilir. Varka ve Gülşah aşkında anlatılan hikaye, acıklı bir aşk hikayesi gibi görünse de sonunda bir mucizenin gerçekleştiği, minyatürlerle anlatılan ve iç içe geçen olaylardan meydana gelen bir hikayedir. İslam sanatında aşk konulu nadir hikayelerdendir. Aslında uzun bir hikayesi var. İki kardeş çocuğunun -Varka ve Gülşah- çocuklukta başlayan aşkları, evlenme çağına gelince düğünlerinin yapılması sırasında Gülşah’ın Ali Emiri tarafından kaçırılması, Gülşah’ın tutsak edilmesi, Varka’nın Gülşah’ı kurtarma mücadelesi ve kurtarması; ama Varka’nın babasının savaşta ölmesi sonucu fakirleşmesi, bunun üzerine Gülşah’ı Varka’ya vermemek için Gülşah’a Varka’nın öldüğünün söylenmesi… Şeklinde devam eden kavuşamayan aşkların hikâyesi… Minyatürlerdeki dönem, giysi ve savaş aletleri mekânlarının, obalarının özelliğiyle yansıtılmıştır. Asıl dikkat çekici olan ise aşkları için ölmüş olan iki aşığın Hz. Muhammed ve melekleri tarafından canlandırılma sahnesidir. Bunun üzerine 40 yıl daha yaşar âşıklar ve son minyatürde görülen odur ki, Hz. Muhammed’in yüzü de resmedilmiştir. Aslında mucizevi bir aşk hikâyesidir.
Eser, acıklı bir aşk hikayesinin minyatürlerle anlatımına dayanır. İç içe geçme olaylardan meydana gelen bu hikaye, İslâm sanatında aşk konulu nadir minyatürlü eserlerden biridir. Bilinen tek nushası, Topkapı Sarayı Müzesi’n de bulunan yazma, 70 yaprak olup, 71 minyatürden oluşmaktadır. Minyatürler ince uzun şeritler halinde metin içine yerleştirilmiştir ve metinden ince bir çerçeve ile ayrılmıştır. Hikayeci bir tarzda metindeki olayları resimleyen bu minyatürler, canlı renkleri, ifadeli ve zarif figürleri ile Türk İslâm Minyatür Sanatı’nın en iyilerini oluştururlar. Tipolojik olarak yüz tipleri, 13.yy Orta Asya Selçuklu yüz tipi şeklinde uygulanmıştır. Ayyuki’ye göre kahramanlar Varka ve Gülşah Beni Şeybe Kabilesi’nin reisleri olan Human ve Hilal adlı iki kardeşin çocuklarıdır. Çocukluklarından beri birbirini seven gençler 16 yaşına geldiklerinde evlenmeye karar verirler. Düğün törenlerinde Gülşah’ın daha önce geri çevirdiği Beni Zeybe Kabilesi reisi Rabi İbn Adnan saldırıp Gülşah’ı kaçırır. Bunun üzerine Varka ve babası savaşmak için Beni Zeybe Kabilesi’nin yaşadığı yere giderler. Varka’nın babası da dahil bazı kişiler ölür. Rabi, Gülşah’ın sevgisini kazanmak için ona değerli hediyeler verir. Gülşah, Rabi’nin hediyelerini ve isteklerini kabul eder ama ondan bir hafta süre ister. Rabi, Varka’yı tutsak edince erkek kıyafeti giyen Gülşah kamptan kaçıp savaş alanına gelir ve Rabi’yi öldürerek Varka’yı kurtarır. Rabi’nin iki oğlu vardır ve babalarının intikamını almak için yemin ederler. İki kabile arasında tekrardan savaş çıkar. Savaş’ın asıl sebebi Gülşah’ın dillere destan olan güzelliğidir. Bu sebeple bütün çevrenin dikkatini çekmiş, uğruna savaşlar çıkmıştır. Çıkan bu savaşta Rabi’nin oğullarından biri ölür. Diğer oğlu ise Gülşah’ı görür görmez aşık olur. Gülşah’ı bu savaş sırasında esir olarak kendi çadırına götürür. Bunu duyan Varka çılgına döner. Çadırı basarak Rabi’nin oğlu Galib’i öldürür ve Gülşah’ı kurtarır. Gülşah’ın şânı dillere destân olur. Varka’nın Gülşah’ı kurtarması ile yarım kalan düğün gerçekleştirilmesi düşünülürken, Gülşah’ın anne ve babası Gülşah’ı Varka’ya vermekten vaz geçerler. Varka’nın fakir olduğunu söylerler. Çünkü kızlarının güzelliğinden dolayı çok sayıda zengin kızı istemektedir. Varka, Yemen kralı olan dayısının yanına servet edinmeye gider. Ancak bu sefer de dayısının Anter isimli bir düşmana esir düştüğünü ve asılmak üzere olduğunu görür. Dayısını kurtarır. Bu sırada babası Gülşah’ın taliplileriyle uğraşır. Gülşah’ın babası, Şam Kralı’nın kızına verebileceği zenginlikten bahsederek kızını ikna eder ve böylece Şam kralı Muhsin Şah ile evlendirilir. Varka’nın olanlardan haberi yoktur ve zenginlik peşindedir. Gülşah’ın babası Varka’nın bu işi öğrenmemesi için plan yapar. Bu plana göre, Varka’ya kızlarının ayrılığa dayanamayarak öldüğünü ve önceden içine bir koyun leşi koydukları mezarında Gülşah’ın mezarı olduğunu söyleyeceklerdir. Dayısından gerekli yardımı da aldıktan sonra memleketine döner. Varka’ya Gülşah’ın öldüğünü söylerler. Varka inanmaz mezarını görmek ister. Mezarın başına gelen Varka günlerce ağlar. Gülşah’ın olanlardan haberi yoktur. Kırkıncı günün sonunda, Gülşah’ın bir sır ortağı vasıtasıyla gerçeği öğrenir. Bu sefer Şam’a doğru yola çıkar. Yolda haramilerle karşılaşır ve ağır yaralanır. Onu baygın bir şekilde Muhsin Şah bulur ve sarayına getirir. Burada çeşitli durumlarda sonra, Gülşah’a kavuşur Varka, onun bir başkasıyla nikahlı olmasını kabullenemeyerek oradan ayrılır. Yolda bir tabibin derdinin dermanı, dost vaslıdır, demesi üzerine, Allah’a yalvararak ruhunu kabzetmesini ister. Duası kabul edilerek oracıkta ruhunu teslim eder. Varka’nın öldüğünü öğrenen Gülşah, mezarının başına gelerek, hançerle kendisini öldürür. Onu da aynı mezara gömerler. Rivayete göre: Bir gazadan dönen Hz. Peygamber ve sahabeler o şehre gelmiştir. Bu hadiseyi öğrenir ve mezarı görmek ister. Sahabelerin ricası üzerine, Hz. Peygamber Allah’a yalvararak bu iki âşığın dirilmesini ister. AIlah, Hz. Peygamberin duası kabul eder ve iki âşık dirilir. Nikâhlarını da gene Hz. Peygamberimiz kıyar. Benim minyatür arayışımda asıl olan Selçuklu Dönemi minyatürleriydi. İlk İslami minyatürdeki hikaye direkt beni içine çekti. Özellikle dönemin giysi ve savaş aletlerini yansıtacak şekilde ifade edilen, renklerin canlılığı ve daha resimsel olması etkiledi. Bu aşktan seçmiş olduğum sahneler ise tamamıyla kompozisyonum için yeterli şekilde tamamlamasındandı, yoksa tüm sahneleri ayrı güzel ve eminim ki diğer sahneleri de resimlerimde ele almaya devam edeceğim.

Minyatürlerde Varka ve Gülşah’ın mesnevisinden sahnelerin yanı sıra Selçuklu izleri de görüyoruz. Kubadabad’ın figürlü çinileri, Selçuk Kartalı ve Selçuk Ejderi de minyatürlerin arka planında yerini almış. Selçuklu sanatı da eserleriniz de kendini gösteriyor. Büyük, devasa mavi ejder, tüm fantazyası ile bize neler anlatıyor?
Dönemlerin sanatından izler vermek istediğim için Selçuklu taş geçme formlarını ve Kubadabad Sarayı figürlerini kendi çizgimle özüne bağlı şekilde ele alıyorum. Selçuklu çift başlı kartalı vazgeçilmez bir semboldür. Bunu mutlaka her işimde bir geometrik formların içine yapıyorum. Ejder ise benim Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okurken yapmış olduğum çini kompozisyonumun detayıdır. Ejder, Osmanlı dönemi Türk süsleme desenlerinde sıkça kullanılan bir hayvan figürüdür. Mavi olması ise tamamen benim ruh halim ve kompozisyon denge meselesidir. Tabii çinilerdeki mavi-beyaz yansımada diyebiliriz.
Minyatürleri eserlerinize taşırken nasıl bir çalışma yapıyorsunuz? Kullandığınız malzeme hakkında bilgi verir misiniz?
Tüm resimlerimde tuval üzerine karışık teknik kullanıyorum. Akrilik ve akrilik mürekkeplerim vazgeçilmezim. Zamanı hissedebilmem için parmaklarımda devreye giriyor arada. Ama esas benim için alt yapının tam olmasıdır. Üzerine desenlerimi yaparken zamanın verdiği hissi alabilmeliyim ki görsel tarihe geçebileyim. Dökülmüş duvarlar, cami, saray, türbeler, kiliselerdeki tavan restorasyonlarındaki çentiklerin altındaki dönemlerin hazzıyla katmanlarımın ve boşluklarımın doyurucu olması gerekir. Dönemsel katmanlar ile de zaman bükülmesi devreye giriyor. Her yeni gelen nesil restore ederken veya kendi dönemini yansıtmak isterken, sıva ve boya ile kapatmış, üstüne kendi dönemi resimlerini uygulamıştır. Günümüzde restorasyon çalışmalarında dikkatlice yapılan çentiklerde alta kalan 6 dönem öncesine kadar uzanan sanat değerlerini görebilmekteyiz. Bu çok heyecanlı bir keşiftir. Bir önceki dönemlere ulaşabilmek sonsuz bir mutluluktur. Keşke gerçekten doğru ve dikkatli şekilde restore edilebilse tüm tarihi yapıtlar. Ama maalesef herkes gereken özeni göstermiyor bu konuda. Bu durum çok üzücü.
Kariye’nin muhteşem tasvirleriyle tablonuzda yeniden buluşmak çok keyifli… Bu kez Bizans’ın mirası yansıyor eserinize. Yüzleri olmayan melekler ise, sizde ki imgenin yorumu olsa gerek. Bu çok etkileyici tabii… Ne dersiniz?
Kariye’de ki freskli kubbeler fazlasıyla beni etkileyen tarihi unsur. Bizans dönemi sanatçılarının harika çizimlerini realist olarak ele almak isteseydim fotoğrafını çekip bir kolaj yapmayı daha uygun bulurdum. Burada önemli olan var olanı aynen vermek değil zaten. Yapılmış değerleri (minyatürler hariç, onları özüne bağlı şekilde yapmak istedim yine de kendi çizgim doğrultusunda elbette), yorumlamadan soyut-somut arasında bir çizgide görsel bilgi niteliğinde vermek istedim. Yüzlerinin net olmaması sadece ifade ediş şeklimdendir. İzleyicinin hayal gücüne kalıyor gerisi, bir de merak edip İnternetten bakarsa tarihi daha iyi fark etmesine de gerekçe olacağını düşünüyorum. Orada meleklerin yüzü var çünkü.
Ve Mimar Sinan’ın muhteşem kubbeleri… Bu kez Osmanlı’nın mirası ile karşı karşıyayız. “Zaman Bükülmesi; Süleymaniye Cami Kubbe” deki eserinizde kullandığınız “Zaman Bükülmesi” ifadesinden söz edebilir miyiz? Bu ifade bana, şairin, “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpâre, geniş bir ânın parçalanmaz akışında…” dizelerini hatırlattı.
Zaman Bükülmesi, aslında kubbe serisi için kullandığım isimdir. Işığın yolu uzadığı zaman, bükülen uzayda zamanın akışı yavaşlar. Işık aynı zamanda neden-sonuç ilişkisinin, özünde fizik kuvvetlerinin uzayda yayılmasının; yani nedenselliğin hızı olduğu için zamanın akışı yavaşlar. Dolayısıyla kütle uzay-zamanı büküyor diyoruz. Tabii ki bu Einstein’ın İzafiyet Teorisi oluyor. Zaman-cisim, İnsan-mekan ayrı düşünülemez. Bana göre de bu bükülme, zaman ve cisimle birlikte uzayda yavaşlarken, insanların yüzyıllar içinde bir sonrakine devir etmesine rağmen tarihi mekanlar ayakta kalabiliyor. Bu şekilde de zaman bükülmesi oluyor diye düşündüğümden, kubbe serimde Mimar Sinan’ın ustalık eseri Süleymaniye Camii, kalfalık eserim dediği Selimiye ve çıraklık eserim dediği Şehzade Camii kubbelerini soyut kavramda alt bakış olarak ele aldım. Ayrıca bu sergide, Sultan Ahmet Camii ve Şakirin Camii kubbeleri de yer alıyor. Tüm sergilerimde konu başlıklarım zaman kavramı dahilinde oldu.

Son olarak Nuh’un Gemisi ile bitirmek istiyorum. Bana göre hepimiz olmasa da birçoğumuz hala Nuh’un Gemisi’ndeyiz! Ve üstelik sizin çizdiğiniz çok özel bir kaptanımız var. Röportaj için çok teşekkür ederim.
“Ütopya’ya Yolculuk”, Nuh’un Gemisi’nden feyz aldığım bir işim oldu. Zaten aklımda olan bir projeydi. Fakat yakın zamanda yaşanmış olan Güneydoğu’daki deprem herkes gibi beni de çok etkiledi. Salgınlar, depremler, şiddet derken artık bu dünyanın kurtarılması düşüncesi aldı beni. O şekilde gerçeğinde olduğu gibi hayvanlar ile birlikte çocukların bu dünyadan kurtarılması ancak bir zamanlar meşhur denizlerin kaşifi Kaptan Cousteu ile olur, dedim. Bu şekilde ortaya ütopik dünya hayali ile yolculuk ortaya çıktı. Bu serinin başka versiyonlarının da hazırlığı içindeyim. Zaten ortaokul yıllarımda çok karikatür çizerdim. O zamanlar, Fatoş ile Basri, Güngörmüşler diye gazetelerin arka sayfasında yayınlanan günlük karikatürler olurdu ve ben bunların hayranı olarak sürekli çizerdim. Asterix- Hopdetix, Tarkan, Bedri Koraman’ın tam sayfa hafta sonundaki çizgi karikatür romanının bayılırdım. “Ütopya’ya Yolculuk”ta ki karakterlerde mizahi olarak ele aldığım figürler oldu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite’sinde Geleneksel Türk Sanatları Çini Ana Sanat Dalı okudum, aynı zamanda resim, tekstil,seramik bölümlerinden de farklı dersler aldım okurken. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar da ise Plastik Sanatlar Bölümü’nde çok değerli hocalar ile resim üzerine eğitim aldım. İşte bu seri, eğitimini almış olduğum okulların bir karması oldu, KÜLTÜREL İMGELERİM MİRASI sergim.



