KÜTAHYA ÇİNİ VE SERAMİKLERİNDE KAHVENİN SERÜVENİ
18. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan bir zaman dilimi içinde Osmanlı sanat mozağinin önemli bir bölümünü oluşturan Kütahya çini ve seramikleri, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın da üç büyük koleksiyonundan birini oluşturur. Görece gölgede kalmış bu sanatın gelişim çizgisinin en önemli örneklerini barındıran Koleksiyon, tematik bir seçkiyle, 16. yüzyıldan günümüze, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e içecek kültürünün merkezinde yer alan kahveyle buluşuyor. Keşfedilmesinden bu yana kültürel önemini koruyan kahve, Kütahyalı ustaların üretimleriyle günlük hayatımızda serüvenini sürdürmüş, fincandan güğüme, ibrikten nargileye uzanan ve bu rutinlerin etrafında şekillenen eserler, hem kahvenin hem de vazgeçilmez ritüellerinin estetik bir eşlikçisi olmuştur. Kahve Molası: Kütahya Çini ve Seramiklerinde Kahvenin Serüveni, kahve etrafında şekillenen rutinleri, ilişkileri ve kamusal alan, toplumsal rol, ekonomik girişim gibi modernizmle bağdaştırılan kavramları, kahve kültürü ve bu kültürün gelişmesine katkıda bulunan Kütahya seramik üretimi ekseninde inceliyor.
Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu “Kahve Molası” Sergisi hakkında Yavuz Selim Güler’le konuştuk.
Anadolu’da geçmişi Selçuklulara uzanan çok zengin bir Türk çini ve seramik sanatı kültürüne sahibiz. Bize, kısaca Kütahya seramiklerinden söz eder misiniz?

Yavuz Selim Güler: Kütahya, Osmanlı çini ve seramik sanatında İznik’ten sonra gelen ikinci büyük üretim merkezidir. Kütahya’da seramik yapımı için gerekli olan kil, beyaz astar, boya ve sır malzemeleri doğal olarak bulunduğundan kent, seramik ve çini alanında önemli bir şekilde öne çıkmıştır. Burada üretim, özellikle halkın gündelik kullanımına yönelik ürünler üzerine yoğunlaşır. Gündelik eşyalar üretimin ön planında yer alırken; camilerin, kiliselerin ve sarayların restorasyonu için kullanılan çini karo ve bordür üretimi de dikkat çeker. 18. yüzyılın başlarında yaşanan altın çağda, sanatçıların sıklıkla tercih ettiği sarı renk, Kütahya çini ve seramiklerini özgün kılar. Sarının yanı sıra, kobalt mavisi, mangan moru, firuze, yeşil ve kırmızı gibi renkler de rengarenk seramik objelerin bezenmesinde kullanılmıştır.
“Kahve Molası” sergisindeki eserlerde, Avrupa, Uzakdoğu ve Anadolu motiflerini görüyoruz. Sergideki eserlerin özellikleri nelerdir? Bize bu koleksiyonu tanımlayabilir misiniz?

Sergide, 18. yüzyıldan bugüne Kütahya’da üretilen seramikler, kahve kültürü teması altında bir araya getiriliyor. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı döneminde etkisini gösteren kahve tüketimi ve kahvenin etrafında gelişen kültür ile köklü seramik sanatının buluştuğu sergide, bu birlikteliği yansıtan çeşitli objeler ziyaretçilerle buluşuyor: fincanlar, gülabdanlar, soğuklar, sütlükler, şekerlikler, meyvelikler, sigaralıklar ve nargileler. Bu objeler, Osmanlı dünyasındaki kahve kültürünün zenginliğine ışık tutuyor. Örneğin, geleneksel kahve fincanlarında kulp olmadığını, kahvenin gümüş zarflar içine yerleştirilmiş seramik fincanlarda sunulduğunu görüyoruz. Kulp kullanımı ise 19. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlaşıyor. Sergide ayrıca, kavrulmuş kahve çekirdeklerinin soğutulduğu soğudanlar, kahve servisinde kullanılan ibrikler, kahvenin eşlikçisi olan sütü sunmak için sütlükler, kahvenin yanında içilebilen tütün mamulleri için ağızlıklar, sigaralıklar ve nargileler bulunuyor. Kütahya’da üretilen şekerlik ve meyvelikler ise, kahve ile beraber tüketilen lezzetleri tamamlıyor.
Sergide Kütahya’daki Ermeni, Rum ve Müslüman ustaların eserlerinde bölgenin köklü bezeme tekniklerini kullanarak dünyadan farklı kültürleri bir araya getirdiklerine şahit oluyoruz. Bu eserler, yüzyıllar boyunca Doğu ve Batı arasındaki kültürel etkileşimlere tanıklık ediyor. Örneğin Kütahya’da üretilen fincanlarda Meissen ve Çin porselenlerinde kullanılan bezemelerin harmanlandığını görüyoruz.
Kahve kültürü ile büyük bir paralellik gösteren fincanlar, bu kültürün Osmanlı’daki temsilcileri adeta. Koleksiyondaki fincanlar ve diğer objeler bize, yaşam kültürünün yanı sıra Osmanlı saray hayatı konusunda da bilgi veriyor, değil mi?
Kütahya’daki seramik üretimi daha çok halka yönelik olsa da, tabii ki, Osmanlı kahve kültürüne dair değerli bilgiler sunuyor ve saraydaki kahve kültürü ile seremonilerinden esinlenmiş izler taşıyor. Seçkin evlerdeki kahve servisi, saraydaki ritüellere benzer bir özenle gerçekleştiriliyor. Bu seremoninin unsurları arasında, etrafa hoş bir koku yaymak için kullanılan gülabdanlar, kahvenin servis edilmesinde kullanılan ibrikler ve kahve fincanlarının yerleştirildiği şık gümüş zarflar bulunuyor.

Sergi bize, bu eserlere imza atan sanatçılar hakkında da bazı ipuçları sunuyor. Her ne kadar üretimler seri olarak gerçekleşse de, bu, fincan ve diğerlerinin birer sanat eserine dönüşmesini engellemiyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Kütahyalı ustalar, nadiren de olsa eserlerine imza atarak isimlerini tarihe kazımışlar. Bu imzalar, adeta, “Zanaat mi sanat mı?” tartışmasını düşündürerek Kütahyalı çini ve seramik ustalarının izini sürebilmemizi sağlıyor. 18. yüzyılda, Avrupa porselen fabrikalarının ve Çin porselen üreticilerinin markaları, Kütahyalı ustalar tarafından taklit edilmiş ve bu damgalar atölye imzası veya şahsi imza olarak kullanılmış. Bu dönemde “Ayvaz”, “Yazıcı” ve “Toros” gibi sanatçıların özgün damgalarını da görüyoruz. 19. yüzyılın sonlarında Kütahya’da üretim yeniden canlandığında, Hafız Mehmed Emin Efendi’nin atölyesi ön plana çıkıyor. Bu atölyede şekillenen ürünler, Hafız Mehmed Emin Efendi’nin ustası Mücellid Mehmed Hilmi Efendi’ye olan saygıyı yansıtarak “Hilmi Kütahya” şeklinde damgalanmış. Cumhuriyet döneminde de fabrikalar, atölyeler ve sanatçılar, eserlerine isimlerini yazma geleneğini sürdürmüş.



