“TÜM BAŞLANGIÇ İLE SONLAR SADECE ‘AN’DIR; MEKÂN VE ZAMANIN DEĞİŞTİRİP DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ AN!”

0
231

“Dünya çekirdeğinde, düzen değişir, yeni bir gerçeklik yazılırken, insan “An’ın içinde kendi hikayesini oldurma yolculuğunda, yaşanmamış gerçekliklere ve kaynağa doğru akandır. Çünkü İnsan “Ana Çekirdek”tir. Gün, kaba maddenin yoğunlaşmış enerjisi olan “İlk Çekirdek” ile başlayan yaşam süreçlerinin, artık daha yüksek bilgi, düşünce ve bilinçle ulaşılan bilinmeyen güce geçme zamanlarıdır.”Zaman denilen ise güçlü, helezoni bir nehirdir; geçmişten geleceğe akan, yaşam kayıtlarını alan ve gerçekliğini maddedeki anların toplamı ile oluşturan. Döngü, Yaşam Çekirdeğinde Işık ile başlar, madde ile oluşur, mekana bürünür, hız ile değişir, zaman ile olgunlaşır ve sonsuzluğa uzanır.” diyor Neslihan Demircioğlu “Zaman Ötesi Zaman – Sır Kapısı” hakkında… Ona göre, varoluşun, dünyanın bedenli yaşamından daha gerçek oluşunu kavrayarak yeni gerçekliğini yazan İnsan, bu çekirdek Dünya’da kendinden öte olan gücünü fark ettiğinde, değişimi başlatır. Maddenin zaman üzerine tutturulduğu anlardan, zamanı yöneten döngülere doğru uzanan yolda her bir kaydıyla gölge Beni taşıyan, bir sonraki nefeste yenilenmiş bilinciyle artık bilinçten güce geçme zamanında olan, Gerçek İnsan olma zamanları! Zaman madde için varken, madde İnsan, İnsan düşünce, düşünce ise Kaynak için mi vardır? Zan ve An’dan gelen zaman ötesi zamanlara geçiş kapısı, başka bir bilinç alanının sır kapısı değil midir? Zan denilen ise, bilinç ve madde alana mühürlü yaşanılandan gelendir. Tüm başlangıç ile sonlar sadece ”AN”dır; mekan ve zamanın değiştirip dönüştürdüğü AN! Neslihan Demircioğlu ile “Zaman Ötesi Zaman – Sır Kapısı” sergisi hakkında kısa bir söyleşi yaptık.

Şebnem Atılgan: Neslihan Demircioğlu “Zaman Ötesi Zaman”ın neresinde duruyor?

Neslihan Demircioğlu: Zamanın, olanın ötesinden, hatta üzerinden bakmak gerekli hayata. Yaşamın bir planlanmış sahneler bütünü olduğunu ve seçimlerimiz ve düşüncelerimizle her bir detayı değiştirip, dönüştürebilme gücümüz olduğunu düşünüyorum. Ve yaşananı anlamlandırmak için,  her şeye biraz gözlemci olarak bakmak gerekiyor.

Zaman akışında, O an enerjisinde olmak, her yaşananın bir amacı olduğunu, hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bilerek, zamanın aslında gelişim için bir yol ve kayıt aracı olduğunu, anlamayı kolaylaştırıyor. Böylece  “zamanı” yönetebilmek te, yaşananı anlayabilmek te, kolaylaşıyor bence.

Diğer bir deyişle;  zamanı genişletip daraltabilmek te İnsanın elinde. Bu yüzden zaman, içinde bulunulan algı ve duygu durumu ile ilintili olarak, birçok sır kapısını da içinde barındırıyor. Bu sır kapılarının aralanması ise, bizlerin bilinç kapasitesi ile orantılı olarak kendi elimizde…

Bu sır kapısı, kişisel bir sır kapısı mı?

Aslında bunu mikrodan da düşünebiliriz, makrodan da… Ben burada, makrodan anlatırken daha sonra mikroya, insan bilincine iniyorum. İkisinin de bir bütün olduğunu, çünkü insanın mikro âlemde makro âlemin bir göstergesi ve yansıması olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu sergide de birçok gölge oyunu ve illüzyondan hakikate doğru bir hikâye var. Daha doğrusu somuttan soyuta, soyuttan somuta ve ikisini birbirine geçiren mikrodan makroya, heplikten hiçliğe doğru bir hikâyeye bakıyoruz.

Ben, karşıtlıkların birbirini yücelten güçler olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle “zaman sarmalı” ya da “zaman ötesi zaman” diyorum, çünkü “zaman ötesi zaman” bilinmezlik ötesi sonsuzluk kapısıdır. Bunu algılayabilmek ve anlamaya çalışmak, ancak şu andaki kabullerimizin, kurallarımızın dışına çıkmakla olabilir.

Sır kapısı da ancak, bilinçle açılabilir ve olanın ötesine ancak bilinç penceresinden tabuların bırakıldığı,  şimdiye kadar bize çizilmiş ve öğretilmişliklerin oluşturduğu kristal bulut sınırından öteye bakabilme cesaretini gösterenlerle aşılabilir. İnsan, bulunduğu alandan dar bakış açısı ile bilincinin nerede olduğunu anlayamıyor. Ancak bir üst düşünce ve frekans aşamasına -ona bir kristal bulut diyebiliriz- o sınırı aşıp ötesine geçebildiğinde anlıyor ki sınırın ötesine geçti. Fakat hep başka bir sır kapısı olacak…

Bu pek de kolay olmasa gerek…

Evet, zor… Fakat kolaylaştırıp zorlaştırmak hayata bakış açısı ile ilgili. Bana da daha önceleri bu tür düşünceleri hayata geçirmek zor geliyordu. Bilgi ile bakmak, olanın ötesine algılama çabası, bilinçle yürümeyi kolaylaştırıyor. Mesela sizin gelmeniz bana bir ödül. Gülümseyen insanlar ile karşılaşmak bir ödül. Şu kuş mesela önümüzden geçti… Ben hayatın hakkını vererek, her nefesin farkındalığında yaşamaya çalışıyorum hayatı…

Bunlar da bir tür sır kapısı mı?

Evet, bunlar da birer sır kapısı… Mesela o kuşun şuradan geçerken kanat çırpışını duydum. Bu farkındalığın benim ona gösterdiğim saygı ya da o konuda kendimi eğitmemle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Siz hangi zamanda duruyorsunuz?

Aslına ben, bu bedenimin zamanında durmuyorum.  Bilinç olarak daha ileri bir zamanda durmak elimizde. Bedenimiz, dünya ortamında fiziki âleme bağlı ike, bilinç ile daha yüksek ruhsal boyut yansımalarını aldığımızı ve farklı manyetik alanların tesirinde olduğumuzu düşünüyorum. Benim her alana bakışım böyle, bu nedenle her şeye ileriden ya da daha geniş bir perspektiften bakma çabam var. Bunu yapabiliyorum, yapamıyorum ama her zaman farkındalıkla bakışın, gelişimi sağladığını düşünüyorum…

Herkes kendisine göre farkındalıklar yaşıyordur. Diğer bir deyişle, bir tür kendini bulma yolculuğu bu! Fakat bu yolculukta ben hep yaratıcı tarafımı devreye almayı tercih ettim. Çocukken de böyleydi. Hep kendim oyuncağımı kendim yaptım. Bizim evlerimizin camlarında macunlar olurdu. Bu macunları camlardan toplar ve minik heykeller yapardım. Kim ne derse desin, sonuçta ben kendimce kendimin ötesine geçmeye çalışıyorum. Yarışım başkasıyla değil hep kendimleydi. Görebilmek, bakmayı bilmek ile oluyor. Tabii her bakan görmediği gibi, her dinleyen de duymuyor. Bunu da, bu hayatta kendimize öğretmemiz gerekiyor.

Mesela sana gülümseyen bir insan varsa onu görmek, arkan dönükse bile hissedebilmek, çevrendeki her şeyle duygu ve frekans bağı ile iletişimde olabilmek, kalp ile bakabilmek, sessizce anlaşabilmek, bilgi ile yorumlayabilmek, akıl ile karar verebilmek gerek. Yargılamadan, sevgiyle, her bir yaratılmışa saygıyla yaklaşabilmek gerek. Kalpten akla uzanan bir gönül yayı vardır ve İkisini birleştirip bakabildiğin zaman daha ötesini görebilirsin.

Hepimizin başka başka yetenekleri var; insan olarak çok büyük yetilerimiz var. Fakat bu hayatın karmaşasında unutuyoruz bakmayı, dinlemeyi. Birisi bize bir şey söylerken gerçekten ne söylediğini duyabilmek gerek, …Bir Kedi, köpek mesela bize bakarken ne anlatmak istiyor?

Karga heykeli çok yaparım ben… Karga geliyor pencereye bir şeyler söylüyor, onu duyabilmek lazım. Kedilerimle birlikte çalışıyorum, üç tane kedim var. Kedilerin başka boyut varlıkları olarak düşünüyorum, çok özeller, onlarla sohbet edebilmek:)  ya da arkandan sana sevgiyle bakabilene dönüp gülümseyebilmek, ne bileyim yoldan geçerken tanımadığına selam verebilmek…

Bunlar işte algıyı, farkındalığı artırıyor.

Ve heykellerinizi yaptınız. Bu heykellerle insanların zaman ötesi zamanı görmelerini ya da sır kapısını fark etmelerini mi sağlamak istiyorsunuz?

Bu heykelleri yapmak ben de çocukluğumdan bu yana içgüdüsel olarak vardı. Daha sonra kendimi hal haline getirdiğim o duygusal bütünlük, bilgisel ya da bilinç bütünlüğü var tabii… Bu, kendi yoğunlaşmamla ilgili… O, büyük bir güç haline geldi, çünkü bilgi bilince geçiyor, Bilinç ise güce geçiyor. Bilinci güç haline getirdiğinizde eğer onu bir şeye aktaramıyorsanız o güç içe çökmeye başlar. Bu gücü benim bir şekilde hayata geçirmem gerekiyordu. Belki başka şeyler de yapabilirdim. Mimarlık yaptım senelerdir ki hala mimarım… Fakat o yaratıcı mekanizmayı daha hızlı gerçeğe çevirmek, daha fazla insana ulaşmasını sağlamak istiyordum. Şimdi ben bir mimar olarak bir bina yaptığımda, bu mekândan sadece oraya gidenler yararlanabiliyor, fakat bir heykel yaptığımda ona daha yüksek boyut bilgisi yükleniyor diye düşünüyorum. Böylece daha çok kişinin görebileceği, ulaşabileceği bir anlam bütünlüğü kazanıyor eser…  Bir sanatçı olarak eserlerimize içimizdeki gücü ve onun ötesinde bilincimizle uzanabileceğimiz boyut bilgilerini yüklediğimizi düşünüyorum.

Bir tür enerji ya da bilgi yüklemesi gibi mi?

Bilgi yükleniyor tabii ama bunu şu nedenle söylüyorum; ben onu hal olarak yapıyorum. Esere illa bir bilgi yükleyeyim aman enerji vereyim gibi bir çabam yok, çabasız bu… Ben sonuçta bir bütünlüksem, bu bütünlüğü elimden, bilincimden ve düşüncemden soyutlama olarak çıkmış bir heykele, bendeki enerji tabii ki yükleniyor. Ben de ne varsa, o! Ama her sanatçıda aynı şekilde olmaz elbet, bazen hiç duygusuz bir şeyler yapılıyor, fakat o duygusuzluk da nötr olma haliyle kendi öz bilgisini de yükleyebiliyor. Bu nedenle herkesin çalışma yöntemi farklıdır. Hepsine de çok saygım var. Benim düşünce tarzım felsefi alana daha çok kayıyor ki, bu da benim için bir yaşam biçimi oldu. Eserlerime, özellikle şunu yapayım, bunu tasarlayayım diye başlamıyorum. Onları oluş hallerine, kendilerini ortaya çıkarış hallerine bırakıyorum.

Bu akışta onlar da kendilerini var ediyorlar öyleyse…

Kesinlikle… İşte o akışla eser kendi malzemesini seçiyor. Her eserin kendi anlatımındaki malzeme buluşu farklı. Bendeki düşünce ve bilinç haline göre, önce malzemesini seçtiriyor, sonra formunu belirliyor. Ama ben yapmazsam onu başkası yapacak, bilemem. Bu yüzden o gelecek olan heykel, bilgi ve bilinç alanımdan, içsel bilgimden akarak ve bedenimi kullanarak kendini oluşturuyor. Bu nedenle yol benim!

Peki, sır kapısı ya da algının bu kadar açık olması kimi zaman kişiye duygusal anlamda zarar da verebiliyor. Eser de bir noktasında kırılır mı, hani kalbimiz kırılır ya, kırık kırık yaşarız ömür boyu…

Çok olumlu bir alandayım ben; negatif-pozitif ya da iyi-kötü ya da kırılma tabir etme gibi iki ayrı tarafından bakmıyorum. Bu olumlu alanın hepsine hizmet ettiğini düşünüyorum. Elbette o kırılmalar ve üzülmeler de yaşama dahil… Aslında biz her kırıldığımız yerden farklı bir şeyi anlar oluyoruz, çünkü bir hassaslık var ki orada, bir şeyler kırılıyor. Aslında iyi de bir şey bu. Birisi bizi itiyorsa orada benim bir hassaslığım var ki, bir tepki oluşuyor. Bu nedenle ben her şeye böyle bakıyorum. Kırıyorsa, eyvallah! Ben kendimi tamir edebilecek güce sahibim zaten, ama onun bir sebebi olduğunu düşündüğüm için aslında çok da kalmıyorum o noktada. Hep böyle, o noktada aşağı inmek yerine nötrde kalmayı tercih ediyorum. O nötrde kalma hali, durma hali birçok şeyde koruma alanı sağlıyor. İrtibatta da öyle… Ben irtibattayım; irtibat halinde olduğumu düşünüyorum; var oluş nizamıyla… Sesle, renkle, kokuyla… Yazdığım şiirler de var. “İstanbul Perileri” mesela… “Kuş İnsanlar”, “Karga Kızlar”, “Var Oluş Nizamının Hikayeleri”… Bu hikayeler çok derin bir çalışmayı da beraberinde getiriyor. Okuduklarım mesela… Ben de hepsini bir süzgeçten geçirme hali var. Hepsinin ortak bir şeye hizmet ettiğini düşünüyorum ve bu nedenle de bütünsel bakma çabam var. Dil, din, ırk farkı yok benim için. Bilgi nötürdür her zaman, ama bilgiyi olumlu da kullanıyorsam olumluya hizmet ediyor. Olumsuz da kullanıyorsam olumsuza hizmet ediyor. Bilgi güçlü bir şeydir ama nötrdür. Sizin bilincinize göre kullandığınız alana göre değişir. Edindiğim bilgiyi olumlu da kullanmayı bu şekilde güce geçirmeyi ve sanat eserine aktarmayı tercih ediyorum. Heykel yapmayı özgürlük alanı olarak görüyorum. Sanatı, gönlümde olan bütünsel ilhamı, akışı daha çabuk görebileceğim ve insanlara daha farklı bir şekilde ulaştırabileceğim bir alan, o gücün yansıma alanı olarak görüyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz